Aslında, sembolik olan günleri çok sevmem. Birçoğu, sevgililer günü, anneler, babalar günü gibi sonradan üretilen tüketime dayalı günler ise en önde gelenleri. Tüm bu günlerde aklımdaki soru hep aynıdır, ‘’Kalan 364 gün ne olacak, aynı ilgi, sevgi, şefkat sürecek mi?’’
Kökeni sosyalizme dayanan 8 Mart Kadınlar Günü’de böyle aslında. Zaman içerisinde feminizm akımının da etkisiyle tüm dünyada toplumsal bir kabul gören bugün yine cafcaflı açıklamalar, şaşalı kutlamalar yapılacak, konuşmalar gırla gidecek, kadınlar baş tacı edilecek.
9 Mart’ta ise her şey yine eskisi gibi olacak. Yine erkek egemen toplumun yazılı olmayan, eğitim eksikliğinden kaynaklı bağnaz, genelde şiddet içerikli kuralları kaldığı yerden devam edecek. Bir gün önce ‘’Baş tacı’’ edilen kadınlar yine ‘’Eksik etek’’ olacaklar.
Onların anne, eş, kardeş, arkadaş, dost olduğu unutulup, sadece cinsiyete dayalı ayrıma aynen devam edilecek. İnsan hakları adına bizden ilerde kabul ettiğimiz ülkelerde bile durum tam eşitliğe ulaşamamışken, bizim kat edecek yolumuz çok daha uzun.
Ve bizim klasik günlerden çok bu konuda ciddi bir eğitime ihtiyacımız var. Hem pratik aileden, çevreden başlayan hem de teorik ilkokuldan, üniversiteye, hatta hayatın içinde son nefesimizi verinceye kadar, biz erkekler gerçek anlamda yontulmalıyız.
Başka türlüsünde sadece 8 Mart kadınların, 364 gün erkeklerin olmaya devam eder. Belki değişimi hızlandırmak için Nazım Hikmet Ran’ın, Kurtuluş Savaşı’nda kadınların kahramanlığını anlattığı efsane ‘’Kadınlarımız’’ şiirini yüzlerce, binlerce kez okumalıyız.
KADINLARIMIZ
Toprak öyle bitip tükenmez, /dağlar öyle uzakta,
sanki gidenler hiçbir zaman
hiçbir menzile erişemeyecekti.
Kağnılar yürüyordu yekpare meşaleden tekerlekleriyle
Ve onlar
ayın altında dönen ilk tekerlekti.
Ayın altında öküzler
başka ve çok küçük bir dünyadan gelmişler gibi
ufacık kısacıktılar
ve pırıltılar vardı hasta kırık boynuzlarında
ve ayakları altından akan
toprak,
toprak,
ve topraktı.
Gece aydınlık ve sıcak
ve kağnılarda tahta yataklarında
oyu mavi humbaralar çırılçıplaktı.
Ve kadınlar
birbirlerinden gizleyerek
bakıyorlardı ayın altında
geçmiş kafilelerden kalan öküz ve tekerlek ölülerine.
Ve kadınlar
bizim kadınlarımız:
korkunç ve mübarek elleri
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yarimiz
ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen
ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
ve kara sabana koşulan ve ağıllarda
ışıltısında yere saplı bıçakların
oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
kadınlar,
bizim kadınlarımız
şimdi ayın altında
kağnıların ve hartuçların peşinde
harman yerine kehriban başlı sap çeker gibi
aynı yürek ferahlığı,
aynı yorgun alışkanlık içindeydiler.
Ve onbeşlik şaraplenin çeliğinde
ince boyunlu çocuklar uyuyordu.
Ve ayın altında kağnılar
yürüyordu Akşehir üzerinden Afyon`a doğru.
Yorum Yazın