Bundan yaklaşık 26-27 yıl önce. O zamanlar Hürriyet Gazetesi’nde muhabirim, aynı zamanda da Arena’nın ihbarlarına bakıyorum. Kütahya’nın bir köyünde çok ciddi şekilde artan kanser vakalarını araştırmaya gitmiştik. Köyün dörtte üçü kanser. Birçoğu hayatını kaybetmiş, diğerleri hastanede.
Köyde kala kala yaşlılar kalmış. Son 10 yılda hızla artan vakaları araştıran üniversitenin vardığı sonuç korkunç. Dağ eteğinde bulunan köyün kullandığı suyun da arsenik çıkmış. Köylülerde bu suyu içmekten, onunla yetiştirdikleri sebze-meyveyi yemekten kanser olmuş.
Buna sebep olan ise dağın diğer tarafında ve köyden yaklaşık yüz kilometre uzaklıktaki Bakır madeni. O zaman bir devlet kurumuna ait olan madende kullanılan arsenik, yeraltından dağın diğer tarafındaki sulara karışmış. Kurum yönden ve uzaklıktan dolayı bunun imkansız olduğunda diretmiş, kabul etmemiş.
En son sismik tespitlerle, madenden toprağa sızan arseniğin, depremler ve diğer yer hareketleriyle yön değiştirerek tam ters istikametteki köyün olduğu bölgeye akmaya başlayan yeraltı akarsularına karıştığı belirlenmiş. Sonuç derseniz, onlarca ölümün karşılığında komik para cezaları ve tazminatlar.
Aynı yıllarda Bergama’daki altın madeni devreye girmişti. Köylüler ayağa kalkmış, direnmişti. Sonuç maden yapıldı, çalıştı. Hatta şu yıllarda ömrünü tamamlamak üzere. Şirket kapatıp gidecek. Bir araştırma var mı bilmiyorum ancak bunun acısı da o çevrede bir yerden kesin çıkacak.
Gelişen ekonomi, teknoloji, artan enerji ihtiyacı, yer altı değerlerini kullanma zorunluluğu tam bir kaos yaratıyor. Bir tarafta bunu değerlendirme zorunluluğu, diğer tarafta çevreye, doğaya ve insana verilen hasarın büyüklüğü. Tam bir açmaz, iki ucu b…. olan değnek.
İnsana zararın ötesinde doğayı böyle hoyratça kullanıp, onun dengesini bozup, onu zehirleyip, kirletip öldürmenin bedelini kanser olmadan da yaşıyoruz. İklim değişikliği, sıcaklık buna bağlı kuraklık her dakika her gün bizi daha yaşanması zor bir dünyaya doğru götürüyor.
Üç tarafı deniz, gölleri, akarsuları çok gibi görülen ülkemiz bile kuraklık ve susuzluk tehlikesiyle karşı karşıyaysa gerisin siz düşünün. Bugün dünyada iki milyara yakın insan evlerinde sağlıklı içme suyundan yoksunsa bu doğanın suçu filan değil, bizim insanlığın suçu.
İşte bu örnekleri de görmüş yaşamış biri olarak Başkan Tunç Soyer’in 10 milyona yakın bir nüfusu ve 4 şehri kapsayan bölgeyi besleyen Gediz Nehri’nin kirlilikten kurtulması için harekete geçmesini önemsiyorum. Gediz’i sahiplenip, elini taşın altına koymasını takdir ediyorum.
Ancak sadece İzmir Büyükşehir’in çabalarıyla bu iş sonuçlanmaz, bu kıvılcıma diğer kurum, kuruluşların, bakanlıklarında katkı koyması lazım. Ve bu çabayı kesinlikle siyasetten uzak, ben-sen çekişmesine sokmadan, gelecek adına, çocuklarımız, torunlarımız adına göstermemiz lazım.
Yoksa yarın çok geç olacak…
Tşk.çevremizi korumamız gerekiyor .yarın çok geç kalmış olacağız.