30 Ekim Saat 14:51… Bu zaman dilimi hafızalarımıza ve tarih sayfalarına ‘’İzmir Depremi’’ olarak kaydedildi. Ege Denizi’nde, Yunanistan’ın Sisam Adası açıklarında meydana gelen 6.9 şiddetindeki deprem İzmir ve civar illeri 16 saniye boyunca beşik gibi salladı.
Ve deprem merkezinden 150-200 km uzakta olan Bayraklı’da 17 binayı yıktı, kent genelinde 359 binada ağır, 410 binada orta, 4 bin 132 binada ise hafif hasar yarattı. Ama asıl önemlisi 115 canımızı aldı. Halen 23’ü hastanede tedavi gören, 1034 kişi yaralandı. Binlerce kişiyi evsiz bıraktı.
Dünyanın, doğanın kanunlarından biri olan deprem bir kez daha bize tarifi imkansız acılar bıraktı. Ama yitirdiğimiz onca canda, en az kusurlu olan da yine O. Çünkü onları bizden alan deprem değil, bizim ihmalkarlığımız, cehaletimiz, aç gözlülüğümüzden başka bir şey değil.
Bilim ve teknolojiden uzak kentleşmemiz, yıpranmış, eskimiş, zayıflamış bina stokumuz. Rant ve siyasete kurban ettiğimiz imar anlayışımızın eseri bu yaşadığımız acılar. Dünyanın deprem açısından en hareketli topraklarından birinin üzerinde yaşayıp, bunu yok saymamızın sonucu.
Tüm bu ölümleri, tüm bu olan biteni sadece Takdiri İlahi-Kader söylemiyle açıklamaya kalkışmamız bize bunu yaşatan. Aslında Takdiri İlahi-Kader olan tek şey; bu toprakların altından geçen fayların mutlaka deprem yaratacakları ve sağlam olmayan binaları, yapıları yıkacağı.
Bunun dışında kalan ve yaşananlar ise insanoğlunun ihmali, eksikliği, bilgisizliği, açgözlülüğü, vurdumduymazlığı. Bu acıları yaşamamıza sebep olan nedenler bunlar. Dünyada son yıllarda olan bundan büyük depremler dahil can kayıplarının yüzde 90’nının bizde olmasının nedeni.
Mesela Japonlar, bizim gibi davransaydı şu anda belki de nüfuslarının yarısını kaybetmişlerdi. Keza diğer deprem kuşağında olan ülkeler de. Doğayla, depremle inatlaşan ve mezar gibi evlerde, binalar da onunla ‘Kader’cilik oynamaya kalkan tek aptal ülke ve aptal insanlar biziz.
Depremin ardından gösterdiğimiz o yardımlaşmayı, yaraları sarmak çabalarının yarısını, hatta üçte birini tedbir almak, deprem gerçeğine göre bina yapmak, ona göre kentleşmeyi becerebilmek adına harcayabilsek, bu acıları bir daha yaşamayız, yardıma da ihtiyaç kalmaz.
Hani derler ya, ‘Buraya yazıyorum’. Naçizane bende buraya yazıyorum. Çok şey değişmeyecek. Biz gene her zaman yaptığımız gibi balık hafızalığımıza geri döneceğiz. Bu depremi de, yıkılan binaları da, yitirdiğimiz 115 canı da unutacağız. Ta ki bir sonraki depreme kadar.
İnanın böyle olacak. Çünkü böyle oldu… Biz Dinar’ı, 17 Ağustos’u, Erzincan’ı unuttuk. Akıllanmadık, gerçek anlamda ders almadık. Bilimi dinlemedik, teknolojiyi yok saydık. Canlarımızı ranta, siyasete aç gözlülüğe kurban ettik. Ve bir kez daha ağır bir bedel ödedik.
Ve aklımızı başımıza devşirmezsek bu son da olmayacak…
***Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ü aramızdan ayrılışının 82. Yıldönümü’nde, saygı, özlem ve rahmetle anıyoruz.
Yorum Yazın