Cinnet geçirmek değil, aslı “cinnet getirmek”. Kelime Osmanlıca ve cin tutulması, delilik anlamına geliyor. Psikoloji de bir tür sinir krizi tanımlaması. Kişi bazında; ağır baskı altında kalanlar, aşağılanmış hissedenler, kendini ifade etmekte yetersiz kalanlar, yaşadığı olumsuz durumlardan çıkış bulamayanlar tıkanıp şiddete yönelebiliyor.
Toplumsal cinnet ise temelinde toplumsal sorunları barındırıyor. Toplum, ekonomik mücadele, eğitimsizlik, işsizlik, çaresizlik, feodal düzen ve yayın organlarında yayınlanan aşırı şiddet olaylarından tetiklenerek toplumsal cinnete sürüklenebiliyor.
Cinnet geçirmek ya da cinnet getirmek bir anda olan bir olay gibi gözükse de aslında uzun birikimler sonucu oluyor. Ve işte Türkiye artık bu noktada, tüm birikmişliklerin sonucunda TOPLUMSAL CİNNET geçiriyor. Yaşanan ekonomik krizler, zamlar, işsizlik, siyasilerin sorunları görmezden gelir gibi tavırları, günlük çözümler ürettiğini sanıp her geçen gün durumu daha kötüye sürüklemeleri sonucunda TOPLUMSAL CİNNET e sürüklenmek zaten kaçınılmazdı.
Abartıyor muyum?
Sizce yolda giden arabaların pompalı tüfeklerle taranması, kadınların katledilmesi, köpek havladı diye 3 kişinin öldürülmesi, otobüs şoförü durağı atladı diye şoförü bıçaklamak, çocukları tartışan velilerin okulda birbirlerini darp etmesi, hastayı bırakacak hastane bulamayan ambulans şoförünün aracı Sağlık Bakanlığı önüne çekmesi, ürününü satamayan çiftçinin mahsulünü yakması, artan uyuşturucu kullanımı ve akabinde sokaklarda soyunan hatta sevişen insanların akıl sınırlarımızı zorlaması sizce TOPLUMSAL CİNNET geçirdiğimizin en basit örnekleri değil mi?
İşsizlik ve zamlarla boğuşan geçim kaygısı yaşayan, toplumu bir arada tutan kültürel ve sosyal etkinliklerden yararlanma fırsatı bulamayan, sürekli yıpranan insanların gelecek korkusunu bırakın günü kurtarma derdinde olduğu şu dönemde toplumsal cinnetin büyümesinden endişelenmemiz normal değil mi?
Yaşanan aşırı stresin birbirimizi sevme, sayma kavramını çoktan unutturduğu, maddi değerleri olmayan insanların manevi değerleri de kaybettiği şu süreçte, tekrar ruh sağlığımızı kazanmaya ihtiyacımız var. Üretmeyen tüketen bir toplum olmaya başladığımızdan bu güne, acımasız, vahşi bireylere dönüştük. İnsanlara, doğaya ve hayvanlara eziyet etmeye başladık ve bunu kanıksadık. Okumuyor, sorgulamıyor, araştırmıyor, üretmiyor ve eleştiri odaklı yaşıyoruz. Toplumsal yozlaşmaya eklenen ekonomik sorunlar artık verimli, üreten insanlar olmamızın iyice önünü kesti.
İçine düştüğümüz kocaman boşluğu cep telefonları ve sosyal medya ile doldurmaya çalışıyoruz. Televizyonda ve sosyal medyada gördüklerimiz ile beynimizi yıkarken, toplumsal cinnete daha çok sürüklendiğimizi fark edemiyoruz.
O yüzden tüm olumsuz şartlara rağmen, tekrar normalleşmek için okumalı, kaliteli kanallar seyretmeli, sosyal medyayı doğru kullanmalı ve doğru kullananları takip etmeli, büyüklerimizin tecrübelerine kulak vermeliyiz.
Uyanmalıyız. Önce kendi ruh sağlığımız, sonra da toplumun ruh sağlığı için harekete geçmeliyiz. Yoksa yeni kuşağı bir cehennemin ortasında bırakacağız.
Sizce de silkelenme, yok saymama, teslimiyetten kurtulma, bilinçlenme ve üretme zamanı değil mi?
Sağlıkla ve bilinçle kalın
Yorum Yazın