İnsan büyüdükçe akıl ediyor, iyiyi kötüyü anlıyor ya, doğruyu yanlışı biliyor ya, doğru davranmaya, iyi olmaya çalışıyor normalde. Çevresine duyarlı bir insan çevresine de uyum sağlıyor böylece, yoksa bir uyumsuzluk olacaktır. Hatalı veya kabahatli duruma hatta bile bile yanlış yaparsa suçlu duruma düşecektir.
Büyüyüp yaşamda tecrübe kazandıkça daha az yaşamışa daha az bilene ya da genel geçer doğruların dışında davranana uyarıda bulunmaya başlıyor. Toplum düzeni bir yerde bu uyarılarla sağlanıyor. Toplum normları yazılı olmayan kurallar, adetler görgü kuralları gibi şeyler oluşuyor. Toplumun kültürü ortaya çıkıyor.
Basit örnek belki; yolda önünüzde yürüyen bir küçük çocuğun elindeki bir gıda ambalajını umarsızca savurup attığını gördüğünüzde o küçüğü uyarırsınız. Mazsınız, uyarmazsınız, uyaramasınız. Uyarmaya kalkarsanız belki de siz suçlu gibi bir duruma da düşebilirsiniz. “Benim çoçuğumu eğitmek sana mı kaldı?” diye bir soru cümlesi duyabilirsiniz.
İki gün önce tuhaf bir şeye şahit oldum. Küçük bir çocuk eline bir çekiç almış, sokakta yol kenarındaki bir ağacın gövdesini çekiçle dövüyor. Önce ağacın kabukları döküldü sonra ağacın gövdesinde bir çukur açılmaya başladı. Çocuk çok eğleniyor. Dayanamadım ve çocuğun yanına gidip uyardım.
Yaşadığımız toplumda bir duyarsızlık bir umursamazlık veya bir ilgisizlik mi desem, çekinmek mi desem sebebini tam olarak bilemediğim çözemediğim yanlışı durdurmaktan geri durmak hali var. Göz göre göre kabahatler işleniyor ama hiç kimse müdahale etmiyor. Çok değil yirmi kadar yıl önce belki 2000’lerden önce diyelim bu toplumda daha samimi daha içten bir tavırla gördüğü yanlışı düzeltmek çabası vardı. Benim gözlemim bu yönde.
Mahalle ve aynı binada oturan insanlarda daha fazla komşuluk ilişkileri vardı ve bu, insanları bugün olduğundan çok daha fazla yanlış olumsuz ve suça yönelik davranışlardan geri tutuyordu.
Kameralı cep telefonlarının ve sosyal medya ile duyguları, anları ve amatörce yapılmış içerikleri sadece çevreye değil dünyalara yaymak mümkün oldukça ve 90’lı yıllardan itibaren kişisel özgürleşmenin, “ben yapamadım yaşayamadım evladım yapsın yaşasın” tarzı düşüncenin yaygınlaşmasıyla aile kavramının aşınmaya başlaması da bu güzel toplumun geleneksel değerlerinin dikkate alınmaz olması sonucunu doğurdu.
Bu fikri savunmaktan ifade etmekten çok üzgünüm ama gittikçe mevcut kanunların daha az uygulandığını, suçun ve suçlunun cezasız kaldığını, insanların vicdanlarını kanatan çok ağır suçların yeterince cezalandırılmadığını, ceza verilip sonra iptal edildiğini hatta kimi para cezalarının sonradan kişilere iade edildiğini gören toplumda adalet duygusu da aşınıyor. Buna yanıbaşımızda operasyon vs adı altında sivilleri göz göre göre katledip, güzelim şehirleri dümdüz edip hiç bir şey olmamış gibi yoluna hayatına devam edenleri gören toplumlar ve kişilerde oluşan hayal kırıklıklarıyla umutsuzluk iklimini de ekleyin. Bu dünyayı ben mi düzelteceğim (düzeltemem) düşüncesiyle iyice duyarsız hale geliyoruz. Acı ama gerçek.
Peki ne olacak bu ülkenin dünyanın ve gelecek nesillerin hali? Bilemem ama umarım birileri ya da bir düşünce akımı ortaya çıkar ve bu kötü gidişi geriye çevirir.
Yorum Yazın