Amerika Birleşik Devletleri’nde yüksek mahkeme (Supreme Court) adıyla bilinen çok özel ve önemli bir yapı var. Amerikan yüce mahkemesi. Hem yargı hem de devletin işleyişinde bizde Anayasa Mahkemesi’nin yaptığı denetim ve onay görevini yaptığı için çok kritik, önemli makam . Ve bu makama seçilen üyeler devlet başkanının tavsiyesi onayıyla aday olup seçilebiliyorlar. 233 yıllık yüce mahkeme tarihi boyunca sadece 115 üyesi olmuş çünkü üyeler bu görevi ömür boyu görevli olarak sürdürüyorlar. Üyeleri açısından da çok özel ve çok ayrıcalıklı bir konum.
Bu göreve 233 yıl sonra ilk kez siyah tenli bir kadın, başkan Biden’ın tavsiyesiyle aday olup seçildi. Ketanji Brown Jackson. Ondan çok, onu aday gösteren ve seçen kişileri canı gönülden ayakta alkışlıyorum. Zira o çok özel bir kişi olsa da asıl mesele böyle bir tarihi olan ülkede, böyle tarihi olan kuruma tarihe geçecek bu seçimi yapmaktı.
Öyle ya, aynı eğitim ve mesleki tecrübeye sahip, aynı şekilde kişiliğiyle yaşam tarzıyla, geçmişiyle, aile hayatıyla uygun birisi olabilir fakat yine de seçilemeyebilirdi. Nitekim iki yüz yıl sonra ilk olarak siyah tenli ve kadın olarak seçilebilmesi seçilenden çok seçenlerin takdir edilmesini gerekli kılar.
Fakat şöyle bir durup düşününce insan buradaki tuhaflığı hemen fark ediyor. İlk siyahi devlet başkanı Barrack Obama. İlk siyahi yüksek mahkeme üyesi kadın Ketanji Brown Jackson vs. O ülkede televizyon haberlerinde dahi açıkça insanların ten renkleri söylenerek haberler aktarılıyor. Sinema filmlerinde var. Binlerce kez izledik gördük. Ne olmuş yani yolda yürürken başına tatsız bir durum bir kaza gelmiş ya da bilerek suç işlemiş olsun kişinin ten rengi, hangi coğrafyadan kökenli olduğu ne fark eder ki? Orta ve Güney Amerikalılar da başka bir şekilde isimlendirilip ırk olarak zikrediliyor. Savaş oldu, insanlar öldü. “Sarışın mavi gözlü insanlar ölüyor” diye verdiler haberleri. Onların kromozom sayıları mı farklı? Farklı bir tür mü? Daha mı kıymetli o insanlar ya da diğerleri kıymetsiz mi?
Tamam, bu ayrımcılık bu ırkçılık ya da benzeri çirkin tavır bana ya da muhtemelen size yapılmadı fakat ben böyle şeyleri duyunca sanki bana yapılmış gibi bir hisse kapılıyorum. İçim eziliyor. O anda suratımın halini ben karşıdan bakıp görebilsem kim bilir nasıldır?
İspanyol yazar Jose Saramago’nun ‘’Körlük’’ isimli sonradan filmi de yapılan bir eseri var. Filmi zledim. Gizemli bir hastalık insanları ani körlüğe sürüklüyordu. Bulaşıcı olduğu düşünüldüğü için de hastalar hapishane benzeri bir yerde topluca tutuluyor, toplumdan izole ediliyordu.
İlginç olan ise gözleri görmeyen ve aynı şartlarda hapis hayatı yaşayan bu topluluğun zaman içinde bir hiyerarşi geliştirip hiyerarşide alt basamakta olanları acımazsızca ezmeleriydi. Yani, dünya yıkılıp yeniden kurulsa insanlar arasında sınıf farklılıkları, adaletsizlikler ve zulmler olmaya devam edecektir gibi bir önermesi vardı filmin.
İnsan olmak ezmek kırıp dökmek midir ?Tarihler değişir, yüzyıllar geçer, üniversitelerde felsefe, kamu yönetimi, şehircilik, hukuk fakülteleri kurulur, binlerce bilimsel çalışma yapılıp doktora tezleri yazılır da insanoğlu değişmez mi?
Ben yine de yazımı umut veren ifadelerle bitirmek isterim. Bizlerin yaptığı saçmalıkları bizden sonraki nesillerin yapmamasını diliyorum.
Biz göremesek de insanlığın değişmesini umuyorum.
Yorum Yazın