8 bin 500 yıllık kadim kent İzmir. Lidyalıların uğruna savaştığı ancak ele geçirdikten sonra yakıp yıktıkları coğrafya. Her yıkımdan sonra kendini yeniden yaratan kent. Tarlaları, dağları, ovaları tarih kokan, görenin aşık olduğu prenses, İzmir.
Denizine inen sokakların iyot koktuğu, imbatı ve tarih kokan evleriyle özgürlük tutkusu aşılayan başına buyruk kent. Denizden uzaklaştıkça, kent çeperlerinde gittikçe yoksullaşan, bırak kenti algılamayı kendini bile algılamaya vakti ve mecali kalmamış kadınların ailelerini ayakta tutma çabalarına tanıklık eden sokaklar. Emeğin değersizleştiği, rantın, talan ekonomisinin kimliksizleştirdiği kent yaşamı.
İnsanların yıl dönümlerinde ve önemli günlerde bir araya geldiği kent meydanları her 8 Mart’ta olduğu gibi bu 8 Mart’ta da “Dünya Emekçi Kadınlar Günü”nde ağırlayacak. Kimileri bildiri okuyacak, kimileri şarkı söyleyip halay çekecek.
Kadından, kadının toplumdaki yerinden söz edilecek. Birlikte üretmenin ve dünyayı kadınlarla eşit paylaşımın öneminden dem vurulacak. Ama kimse her yıl gittikçe artan kadın cinayetlerinin önüne nasıl geçileceğini bilemeyecek. Bu konuda neler yapılması gerektiğini tartışmayacak. Kadın hakları tartışmasından önce insan hakları konusunda sabıkalı bir ülke olduğumuz gerçeğini kimse konuşmayacak.
İzmir’de gittikçe artan işsizlik oranlarından ve bunun kent yaşamına nasıl yansıdığından söz edilmeyecek. İşsizliğin aile içi şiddeti nasıl arttırdığını kimse anlatmayacak. İstihdam sorununun çözümünü belediyelere bırakan iktidar, yerli ve milli üretim, aya seyahat, yerli otomobil, ekonomiye saldıran dış güçler safsataları ve ele geçirdiği medya gücüyle halkı oyalamaya devam edecek.
Biz yine de bu kadar karamsar tablo içinde enseyi karartmayalım. Ne diyordu Orhan Veli:
güzel kadınları severim,
işçi kadınları da severim,
güzel işçi kadınları
daha çok severim.
Dünya Emekçi Kadınlar Günü kutlu olsun.
Yorum Yazın