‘ Sanat, insanın yaşam kavgasında kendi gücünü ve karşısındaki güçleri tanımasına yardım etmiştir. Sanat, ilkel toplumlarda doğanın gizemli görünen güçlerini etkilemeğe yaramıştır. Sanat, kollektif bir coşku yaratarak insanı çalışmaya yöneltmiş onu eğitmiş, işine tat katmıştır’ der.
Sevgi saygı ve rahmetle andığımız değerli hocam Prof. Dr. Sevda Şener, ‘Oyundan düşünceye’ adlı kitabında.
Bizlerin başucu kitaplarındandır.
Tiyatronun doğuşu anlatımlarında Antik Yunan tragedya ve komedyalarının kaynağı araştırıldığında Dionisos için yapılan ritüellerden doğduğu kabul görmüştür. Ama Dionisos kültü ve şenlikleri daha var olmadığı dönemlerde bulunuyor sanatın kökeni.
Doğadaki değişimlerin tümü ilkel insanı hayrete korkuya düşürmüş ya da sevinçle karşılanmıştır. Mevsim değişiklikleri diye adlandırıp normal saydığımız hatta beklediğimiz yazlar, kışlar, sonbahar yağmurları, kızarmış hazan yaprakları, şimşekler, lapa lapa yağan karlar, güzelim donmuş sarkıtlar, baharın uyandırdığı toprak, üreyen çoğalan hayvanlar ilkel insanı düşünmeye zorlamış. Kendisinde bu değişiklikleri etkileyebilecek güç aramış. En önemli doğruyu bulmuş ilk insan’’ doğa karşısında güçlü değiliz.’’
Doğaya karşı durabilmek için doğadaki değişikliklere etki edebileceğini düşündüğü, doğanın gizemini çözebileceğine inandığı için ritüeller geliştirmiş, ritüellerde büyüye başvurmuş.
Ritüellerde büyü yapmaya çalıştığı sırada yaşamlarının taklidini yapmış, günlük hayatının taklitleriyle gücünün artacağını sanmış. Taklit ettiği canlıyla bütünleştiğini düşünmüş. Olayları etkilemek ya da paylaşmak için de baş vurmuş taklide.
İşte bu taklitle canlandırma, giderek taklit edenin de, seyredeninde hoşuna gider olmuş. Tabi bu süreç upuzun bir dönem.
Ama taklitten dram sanatının doğduğu kabul edilmiş.
İyi ki ilk insan doğaya kulak vermiş, iyi ki korkusundan bile olsa onu taklit etmiş.
Ekonomik, sosyal, kültürel gelişimini tamamlamış ya da tamamlamakta olan, bilimin ışığıyla yol alan insan doğadan kopmuş. Doğal olayların nedeni bilimsel olarak çözdükçe kendi gücümüze daha çok inanmışız. Doğaya kulak vermekten, onu anlayıp bize verdikleri için minnet ve saygı duymaktan vazgeçmişiz.
Tahrip ediyor, kirletiyor, yok ediyoruz. Öfkemiz doğaya mı onun gücüne mi bilmiyorum. Belki de kendi doğamızdan hoşnut değiliz.
‘ Sanat, insanın yaşam kavgasında kendi gücünü ve karşısındaki güçleri tanımasına yardım etmiştir. Sanat, ilkel toplumlarda doğanın gizemli görünen güçlerini etkilemeğe yaramıştır. Sanat, kollektif bir coşku yaratarak insanı çalışmaya yöneltmiş onu eğitmiş, işine tat katmıştır’ der
Sevgi saygı ve rahmetle andığımız değerli hocam Prof. Dr. Sevda Şener, ‘Oyundan düşünceye’ adlı kitabında.
Bizlerin başucu kitaplarındandır.
Tiyatronun doğuşu anlatımlarında Antik Yunan tragedya ve komedyalarının kaynağı araştırıldığında Dionisos için yapılan ritüellerden doğduğu kabul görmüştür. Ama Dionisos kültü ve şenlikleri daha var olmadığı dönemlerde bulunuyor sanatın kökeni.
Doğadaki değişimlerin tümü ilkel insanı hayrete korkuya düşürmüş ya da sevinçle karşılanmıştır. Mevsim değişiklikleri diye adlandırıp normal saydığımız hatta beklediğimiz yazlar, kışlar, sonbahar yağmurları, kızarmış hazan yaprakları, şimşekler, lapa lapa yağan karlar, güzelim donmuş sarkıtlar, baharın uyandırdığı toprak, üreyen çoğalan hayvanlar ilkel insanı düşünmeye zorlamış. Kendisinde bu değişiklikleri etkileyebilecek güç aramış. En önemli doğruyu bulmuş ilk insan’’ doğa karşısında güçlü değiliz.’’
Doğaya karşı durabilmek için doğadaki değişikliklere etki edebileceğini düşündüğü, doğanın gizemini çözebileceğine inandığı için ritüeller geliştirmiş, ritüellerde büyüye başvurmuş.
Ritüellerde büyü yapmaya çalıştığı sırada yaşamlarının taklidini yapmış, günlük hayatının taklitleriyle gücünün artacağını sanmış. Taklit ettiği canlıyla bütünleştiğini düşünmüş. Olayları etkilemek ya da paylaşmak için de baş vurmuş taklide.
İşte bu taklitle canlandırma, giderek taklit edenin de, seyredeninde hoşuna gider olmuş. Tabi bu süreç upuzun bir dönem.
Ama taklitten dram sanatının doğduğu kabul edilmiş.
İyi ki ilk insan doğaya kulak vermiş, iyi ki korkusundan bile olsa onu taklit etmiş.
Ekonomik, sosyal, kültürel gelişimini tamamlamış ya da tamamlamakta olan, bilimin ışığıyla yol alan insan doğadan kopmuş. Doğal olayların nedeni bilimsel olarak çözdükçe kendi gücümüze daha çok inanmışız. Doğaya kulak vermekten, onu anlayıp bize verdikleri için minnet ve saygı duymaktan vazgeçmişiz.
Tahrip ediyor, kirletiyor, yok ediyoruz. Öfkemiz doğaya mı onun gücüne mi bilmiyorum.
Belki de kendi doğamızdan hoşnut değiliz.
Yorum Yazın