Eylül ayına girer girmez adeta sözleşmiş gibi pek çok kişinin sosyal medya hesaplarında ‘sonbahara giriyoruz, hüzünleniyoruz’ gibisinden mesajları ve hatta bir çok tanıdığım kişinin aynı kahve fincanı, sararmış yaprakları bir kompozisyon şeklinde gösteren fotoğrafla bu mesajı verdiğini gördüm. Sürü psikolojisi denen şey mi gerçekleşmişti acaba? Sonbahar geliyor diye hüzün mü basmalıydı bizi ?
Sizi bilemem ama İzmir’in dehşetli sıcaklarından ve yapış yapış terden kurulacağımı düşündükçe benim zil takıp oynayasım geliyor.
Bu deyim de söylemesi çok hoş olsa da kendimi o pozisyonda, parmaklarımda pirinç ziller, gözlerim hafif kısılmış, yüzümde kayıtsız bir ifadeyle gerdan kırarken hayal ettim de, ‘Cem sen bu ifadeyi bu yazıdan bu görüntüyü de zihninden acilen kaldır’ dedim.
Yaz günlerinin belki tek güzel tarafı denize yakın olduğumuz bu şehirde bol bol denizin tadını çıkarabilmek olsa gerek. Halbuki sonbahar öyle mi? Hava ne çok sıcak ne de çok soğuktur ve gezmek de evde vakit geçirmek de yazdan ve kıştan daha keyiflidir. Bir şort bir tişört değil, hafif kumaşlarla keten pantolonlar ve ince ceketler giyebildiğimiz için çok daha şık görünür insanlar. Hafif yağan yağmurlardan sonra toprak kokusu da ayrı bir güzellik değil midir sonbaharda?
Ayrıca yazlıklardan dönülmüş, şehrin kafe ve restoranları, meydan ve çarşıları canlanmıştır. Yaşam bir döngü ve tekrarlardan ibaret olduğu gerçeğiyle bizi yine durgunluktan devinime, sıkıcılıktan hareketliliğe ve bu haliyle hüzünden çok mutluluğa doğru çekmektedir. Sararmış yapraklar düşerken ve dışarıda hafif bir yağmur yağarken ben hüzünlenmenin değil mutlu olmanın daha yüksek olasılık olduğu fikrini benimsiyorum.
Sonbahar'ı da hüzün değil mutlulukla karşılıyorum...
Yorum Yazın